Prof. Dr. Batum, yeni anayasada ısrarın nedenini ortaya koydu: ‘Uzlaşma olmayacak, AKP baskıyı artıracak’

Posted by

Prof. Dr. Süheym Batum Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

– Yeni anayasa ne zaman yapılır?

Her şeyden önce şunu söylemek gerekir, bir ülkede “yeni bir anayasa” yani tamamı ile sıfırdan bir anayasa ancak istisnai durumlarda ortaya çıkar. Birincisi “bir devletin yeni kuruluyor olması durumudur; örneğin Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi padişahlık bitip yerine cumhuriyet geliyor. İkincisi var olan ülkenin ya da hukuk düzeninin bir savaş, bir darbe, bir devrim yolu ile ortadan kalkması durumudur. Tabii “yeni bir anayasa” yapılması için mutlaka bir savaş ya da darbe olması zorunlu değil. Bu nedenle bir üçüncü durum daha var; o da bir ülkede siyasal, hukuksal hatta ekonomik ve kültürel sistemin tamamen yıkılması sonucunda devletin ve tüm sistemin üzerine kurulu olduğu “kurucu felsefenin” değişmesidir. Örneğin 1945 sonrası İtalya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde faşist yönetimlerin yıkılarak yerlerine “demokratik sistemlerin kurulması gibi. Ya da Sovyetler Birliğinin yıkılması ve “yeni bir anayasanın” yapılması gibi.

‘ANLAMI DA GÜVENCESİ DE YOK’

Ancak dikkat ederseniz Türkiye’de böyle bir durum kesinlikle olmadığı halde, bir algı yaratılmak isteniyor; “Yeni ve sivil bir Anayasa yapma”. Pekiyi bu 3 koşul yoksa neden yeni bir anayasa? Eğer anayasayı değiştirmek istiyorsanız, ilk 4 madde dışında istediğinizi değiştirin, bir engel yok. Neden “yeni bir anayasa”? İlk 4 madde neden değiştirilmek isteniyor? İstenmeyen ne? Bu durumlarda da, daha önceden açıkça gördük ki, “bir kişinin” ya da “iktidar partisinin” “merak etmeyin bize güvenin, gelin yeni bir anayasa yapalım, harika bir anayasa yapacağız” demesinin hiçbir anlamı da güvencesi de yoktur.

– Katılımcı bir anayasa olacağı söyleniyor…

Geçsinler… 2007’de de “Beraber yapacağız” dediler, tamamen AKP çoğunluğu yaptı. 2010’da bütün sivil toplum örgütlerine gittiler “Alın bu metni, size 3 gün süre veriyoruz, beğenmediklerinizi söyleyin” dediler. 2017 de anayasanın nasıl yapıldığı ortada. Böyle anayasa yapılan ve bu anayasaya demokratik ve katılımcı denilen tek bir ülke varsa göstersinler.

‘YA CAHİLLER YA DA AMAÇLARI BAŞKA’

– Sürekli “sivil” anayasa vurgusu var, neden?

Türkiye anayasalar açısından da, yasal düzenlemeler açısından da çok önemli bir ülke. “Sivil anayasa yapacağız, ilk defa anayasa yapacağız” derken, bunun Türkiye’nin anayasa tarihi açısından geçerli bir şey olmadığına, bir uydurma olduğuna dikkat çekmek açısından söylüyorum. Neden mi? Çok basit. Kimse kusura bakmasın ama sivil anayasa vurgusu tamamı ile toplumu kandırmak, en azından ikna etmek için “uydurulan” bir nitelemedir. İnsaf! Türkiye, tüm ülke işgal altında iken, savaşın tam ortasında, Ankara’da İstanbul’dan kaçabilen Meclis-i Mebusan üyelerinden ve seçilen Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk üyelerinden oluşan TBMM’nin yaptığı 1921 Anayasasını yapmış bir ülkedir. Oradan da Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924 Anayasasını yapmış bir ülkedir. Böyle bir ülkede “ilk kez sivil anayasa yapacağız” öyle mi? Bunu söyleyenler ya cahildir ya başka bir siyasal amaçları vardır.

– Yeni anayasadaki amaç nedir?

Amaç sadece siyasal iktidarın işine yarayacak, onların önündeki bütün engelleri bertaraf edecek, demokratik olmayan, bir anayasa yapmak oldu. Sadece bir kişinin egemenliğini getirmek, bir anlamda bir “Padişahlık anayasası getirmek istiyoruz” dememek için böyle anlamsız ve hiçbir inandırıcılığı kalmamış kavramlar ileri sürülüyor.

– Sivil ve özgürlükçü gibi mi?

Evet. “Özgürlükçü, sivil anayasa. İlk defa anayasa yapıyoruz” ifadeleri tamamıyla olanı, esas amacı saklamak amacıyla kullanılıyor. Bu tür yani böyle yapılan anayasalara “façade” anayasa yani “ön cephesinde demokratik bir görüntü varken, içinde demokrasiye, hukuk devletine aykırı bir çok unsurun saklı olduğu” anayasalar denir. Bir de benzer olarak “suistimalci anayasalar” denir. Nitekim bu 2007’de de, 2010’da da aynen böyle oldu. “Yetmez ama evet” uydurmasını ve “yetmez ama evetçi sözde aydınları” bir düşünün, söylenenleri hatırlayın. 2017 de tam anlamı ile böyle oldu. Eğer diğer partiler inanacak ve destek verecek olursa, 2024 anayasası da böyle bir anayasa olacaktır.

– Dikkat çektiğiniz tarihlere baktığımızda her anayasa değişikliğinden sonra ülke kötüye mi gidiyor?

Aynen. 2007’de bir değişiklik yaptılar. “Bütün krizleri önlüyoruz, harika bir şey yapıyoruz” dediler. 2010’da “Yetmez ama evet” diye değiştirdiler. ‘Yargı vesayetini kaldıralım’ dediler.

– Yargı vesayeti kalktı mı peki?

Aynı şekilde 2010’da “Sivil anayasa yapacağız” dediler. Neler yapıldı, hepimiz gördük. 2017’de “Daha önce yapamamışız, şimdi yine yapacağız” dediler. İki parti çoğunluğu maalesef “TBMM de, akşam saat 19.00’da, 20.00’de başladılar ve Türk milleti gece uyurken, sabah 6’ya kadar kavga gürültü, anayasa yaptılar ve dediler ki “Türkiye’nin bütün dertleri bitti. Çünkü her şeyi Erdoğan’a bıraktık”. Toplum bir baktı ki, artık tek bir kişinin vesayeti var, yargıda da, yasamada da. Şimdi iş tekrar “Biz hep yanlış yapmışız. Gelin bir tane daha yapalım”a döndü.

– Neden sürekli bir anayasa gündemi var?

Bu, onların çok beceriksiz, hiçbir şeyden anlamamalarından kaynaklanmıyor. Hedeflerinin iyi bir anayasa yapmak olmamasından, amaçlarını örtüp, bir iki maddeyi ön görünüm olarak gösterip milleti kandırmaya çalışmalarından kaynaklanıyor.

‘BU MECLİS BİR YIL BİLE DAYANMADI’

– Bu meclisin anayasa yapma hakkı var mı?

Şu anda Meclis’in yapısı, tamamıyla geçen seneye ait. Yerel seçimlerle birlikte bu yapının bir yıl bile dayanamadığını gördük. Şimdi sen bu yapıya dayanarak, yeni anayasa yapamazsın. Olmaz.

– Nasıl anayasa yapılır?

Yeni anayasa yapacaksan üç temel kural var. Bir; hangi yöntemle yani nasıl yapacaksın? İki; neden yapacaksın, ne amaçlıyorsun? Üç; bu amaca ulaşmak için, hangi kurumlara, hangi kurallara yer vereceksin? Bu üç soruya vereceğin cevaplar birbirine tamamen bağlıdır ve gerçek amacını ortaya çıkarır.

– Amaca dair toplumu da diğer partileri de net biçimde aydınlatan ifadeler var mı?

Görmüyoruz. 2017’de yargı, yasama ve yürütmeyi bir tek kişinin iki dudağına bağladılar. Numan Kurtulmuş’un “Merak etmeyin arkadaşlar hep beraber yapacağız” demesi ne bir anayasacı olarak, ne de bir vatandaş olarak, bana güven de vermiyor, inanmıyorum da. Ne yapmaları gerekir? İlk olarak “neden yeni bir anayasa” diye ısrar ettiklerini iyice açıklamaları gerek. Neden açık açık ilk 4 maddeye dokunmadan, kapsamlı bir anayasa değişikliği yapalım” değil. İkinci olarak, neleri değiştirmek istediklerini bir raporla, bir metinle partilere ve tüm topluma sunmaları gerek. Öyle “amacımız bu” filan da değil, ayrıntılı ve açık olarak. Görülmesi önemli, yani “Biz yanlış yaptık, tüm bir yargı organını tamamı ile Cumhurbaşkanının iki dudağına ve Cumhurbaşkanının başkanlığını yaptığı siyasal parti ya da partilerin iradesine bağladık, bunu değiştirmemiz, yargıyı bağımsızlaştırmamız lazım” mı diyecekler yoksa “Bunu değiştirmeye gerek yok” mu diyecekler? Aynı şekilde “Cumhurbaşkanını yasama ve yürütmenin tek hakimi yaptık, TBMM’nin hiç etkisi kalmadı, bunu değiştirelim” mi diyecekler, yoksa “Aynen devam edelim” mi? Partiler ve toplum da buna bakar ve bir anayasa değişikliğini ya kabul eder ya da görüşmeyi dahi kabul etmezler.

– 2012’de siz milletvekiliyken aynı zamanda anayasa uzlaşma komisyonunda yer alıyordunuz…

12 üyeden biriydim. Birinci günden az önce ifade ettiğim üç soruya yanıt verilmediğini gördüğüm için buna inanmıyordum.

– Nasıl bir yol izlenmişti uzlaşma komisyonunda?

O dönem bütün sivil toplum örgütleri çağrıldı.

Hepsi bir ay dinlendi. Sonra “Bunlar bizden iyi mi biliyor” dendi ve hiçbirinin fikri dikkate alınmadı. Ben bunu bizzat yaşadım.

– Toplumda anayasa talebi var mı?

Yok.

– Anayasa yapılırken özgürlüklerde nasıl anlaşılır?

Çok basit bir yöntem söyleyeceğim. Her toplumda farklı sınıflar, katmanlar, cinsiyetler, etnik kökenler var. Bu farklılıkları oluşturan tüm katmanları, partileri, örgütleri örneğin kadın dernekleri, sendikaları çağıracaksın ve diyeceksin ki “Zorunlu gördüğün üç hakkı söyle”. Örneğin kadınlar, “Siyasal eşitlik zorunlu” dedi. Eğer toplumun diğer katmanlarına ciddi bir zarar vermiyorsa anayasaya koyacaksın. Ama kadınlar örneğin derse ki “Bundan böyle sadece biz yöneteceğiz”. Bu tabii ki diğer katmanlar açısından ihlal oluşturur. Bu nedenle toplumun barışına, güvenine tehlike verir, bu nedenle kabul olmaz.

İşte tüm bu hakları anayasaya açıkça koyarsın ve bir de tüm bu hakları güvence altına alırsın. Bu güvencenin en önemli boyutu da, hiç kuşkusuz bağımsız yargı olacaktır. İşte bu söylediklerim gerçekleştirilse, bence bugün yaptığın anayasalardan çok daha iyi ve geçerli olur.

– Anayasa tartışmaları olduğunda neden sürekli 1921 Anayasası”na atıf görüyoruz?

1921 Anayasası tabii ki çok önemli bir anayasadır. Çünkü tamamı işgal altında olan bir ülkede ve bir kurtuluş savaşının tam göbeğinde, halkın temsilcileri tarafından yapılan “halkın egemenliğini tek kaynak olarak kabul eden” tek anayasadır. Ama tabii ki son derece kısa bir anayasadır. TBMM’nin, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini temsil eden tek organ olmasını kabul eden bir anayasadır. Çok partiliği öngörmeyen bir anayasadır. Partiler olgusu nedeniyle, TBMM çoğunluğu, azınlıktaki partilerin ve grupların haklarını tanımazsa ne yapılabileceği yoktur, güvenceler yoktur. Laiklik ilkesi yoktur. Amaç, o günün koşulları nedeniyle son maddede düzenlenmiştir. İşte zaten siyasal İslamcıların ya da belli siyasal grupların “1921 Anayasasına dönelim” çağrılarının altında yatan neden bunlardır.

‘ETNİK MİLLİYETÇİLER DE SEVER’

Bunun dışında siyasal İslamcılar gibi etnik milliyetçiler de sevebilir. Çünkü “vilayet” başlıklı 11. maddesinde “özerk vilayetler” olgusu vardır. Yani bir anlamda bugünkü “bölgelere” benzer bir düzenleme. Yani kısaca 1921 Anayasası diyerek laikliği güvence altına almayan, iktidarın yetkisini sınırlamayan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”ilkesini, “egemenlik sadece iktidarındır” yaparak, özerkliğe yol açabilecek bir anayasayı topluma “sivil”, “özgürlükçü” diyerek kabul ettirmek istiyorlar. Bunların o değişikliklerden anladığı şey sadece şu: ilk 4 madde olmasın, kayıtsız şartsız egemenlik tek kişiye bağlansın, laiklik olmasın…

– Bu mümkün mü?

2010’larda değiliz, o güçleri yok. Bunlar parlamentoda referandum sayısını dahi bulamazlar. Türk toplumu artık kanmaz. Haydi kanmaz demeyeyim de ikna olmaz

– Kendileri farkında değil mi?

Farkındalar ama bence şu an başka tartışmalar istiyorlar. Ekonomik durum ortada, sıkıştılar. Meclisteki 360 kişiyi bile ikna edebileceklerine şüphem var.

– Anayasada uzlaşma gerçekleşmezse ne olacak?

Dediğim gibi ekonomik, kültürel, siyasal, hukuksal, her yönden çok sıkıştılar. O nedenle bundan sonra daha baskıcı, daha eskilerin deyimi ile zecri yöntemlere başvurmak zorundalar. Bunu meşrulaştırmak için de “Gelin anayasa yapalım” diyorlar. Bütün sorunlar bitti, şimdi 6 ay anayasa tartışacağız. Sonunda uzlaşma olmayacak. Sonra da dönüp “Siz uzlaşmadınız. Şimdi de biz anayasadaki bütün yetkilerimizi sonuna kadar kullanıyoruz” diyecekler. Suçu da muhalefetin üzerine atacaklar. Kimse kusura bakmasın ama bunu tahmin ediyorum. Yoksa bu ekonomik ve toplumsal duruma çözüm üretmeleri zor.

– Yani Türkiye’yi baskıcı bir ortam mı bekliyor?

Anayasayı istedikleri gibi yapamayacaklar ve sonunda istedikleri gibi maddeleri değiştirip hatta belki de hiç değiştirmeden AYM kararı ile Yargıtay anlaşmazlığında olduğu gibi fiili olarak uygulamaya geçecekler.

– Anayasaya aykırı uygulamalar artacak mı?

Artarak devam edecek, başka yolları yok. Laiklik dahi artık uygulanmıyor. Tarikatlar okullara, sınıflara giriyor. Diyanet İşleri Başkanlığının bilerek, isteyerek, bilinçli olarak, hem de “devrim kanunlarından Tevhid-i Tedrisat Kanununa ve Anayasanın 174. maddesine tamamen aykırı olarak, ilk ve orta öğretimde üstlendiği rollere bir bakın. ÇEDES projesine ve nasıl uygulandığına bir bakın. Diyanet Akademisi’ne ve bitirenler için, yine anayasanın 174. maddesine ve diğer maddelerine tamamen aykırı olarak hangi yasal değişikliklerin yapıldığına bir bakın. Bu ve daha fazlasına devam edilecek.

– Baskının arttığı bir ortamda muhalefet ne yapmalı?

Bunu bilmem. Ama ne siyasal partilerin, ne de toplumun bundan böyle bu yöntem ya da uygulamalara itibar etmeyeceğini düşünüyorum. Artık ne ekonomik durum, ne uluslararası konjonktür 20 yıldan beri sürdürülen uygulamalar için uygun değil diye düşünüyorum. Bir bakın artık o sözde liberaller, o sözde özgürlükçüler, o yetmez ama evetçiler, o sözde akademisyenler şimdi neredeler? O Anayasacıların yüzde 90 ı nerede?

– Referandum ihtimali için ne dersiniz?

Ben kendi içlerinden bile fire vereceklerini düşünüyorum. Ama risk dahi olsa halk artık tecrübeli, biliyor. Yani Türk toplumu gerçekten her şeyi gördü. 2017’de televizyonların yüzde 90’ında yoğun baskı kurdular “Hayır’ veren teröristtir, ‘hayır’ diyen vatan hainidir” dediler. Olmadı, Türk halkı ikna olmadı. O zaman YSK’yı ve mühürsüz oyların geçersiz sayılması felaketini ortaya çıkardılar. Ve maalesef siyasetin, o günkü hatası mı diyeyim, duyarsızlığı mı diyeyim, etkisizliği nedeniyle, atı alan Üsküdar’ı geçti.

– Şimdi de yapamazlar mı bunu?

Yapabilirler ama şöyle bir gerçek var: Türk toplumunun 2017’de yaptığını dünyada yapacak çok az millet vardır. 2017’nin koşullarında bile halkın yüzde 52’si “hayır” dedi. Sonuç böyle olunca devreye, mühürsüz oyların da sayılması sokuldu ancak kimse sahip çıkmadı. Ama ben zaten referanduma götürecek oyu bile bulamayacaklarına inanıyorum.

– MHP ile ittifak sürer mi?

Bence sürer. Neden mi ya da ne zamana kadar mı? MHP’nin o kadar karşı olduğu, o kadar hakaret ettiği AKP ve bir liderle bu denli iç içe olması bence mümkün değil. Bu siyaset de değil. Dünyanın hiçbir ciddi ülkesinde böyle bir şey olmaz. Birbirlerine karşı olabilirler, birbirlerini eleştirebilirler. Ama gazetelerde bile bulabilirsiniz bu denli ağır hakaretler… Peki ne oldu da, bu denli yakınlaşıldı. Bence bu bir proje ve iç dinamiklerin eseri değil. Bu proje kabul ettirildi ve bunun iki taraf için de bir “win – win projesi” olması sağlandı. Nasıl mı? Onu herkes görüyor ama siyasetçilere sorun.

‘KİMSE APTAL DEĞİL’

Ancak hiç kimse aptal değil. Örneğin şu anda da Sayın Kurtulmuş veya Sayın Erdoğan “Yeni bir anayasa yapmamız şart” diye kendileri zorunlu görerek söylemiyorlar. Bu bence gelecek için kendilerine empoze edilen bir şey.

– Nasıl yani?

Refah Partisi’nin içinden bir ekip çıkarıldı. “Bunlar hem liberal hem muhafazakar hem İslamcı” dediler ve AKP’yi ortaya çıkardılar. Ama 2017’den sonra dünya değişti. O parasal genişlik daraldı, siyasal konjonktür de, uluslararası konjonktür de değişti. O parasal bolluğu tutabilmek önce zorlaştı, sonra imkansızlaştı. Şimdi yeni bir oyuna geçmek gerekti. AKP bunun için iki doğal müttefiki yanına almalı. Bir; DEM seçmeni. İki; siyasal İslamcılar.

– Empoze eden kim?

Yurt dışından, Atlantik ötesinden sözde müttefik dostlarımız diyorlar ki; “Irak, Rusya, Ukrayna, Suriye… Bu konuları bugüne kadar ben idare ettim, bundan sonra da senin iki dudağının arasına bırakmam. Şimdi artık oyun daha da büyüdü. ABD, Araplara gidip “İstedikleri parayı verin” demeseydi, Türkiye’de bu kadar rahat milyarlarca dolar harcanabilir miydi? Bence artık dünya değişti, uluslararası konjonktür değişti. Dolayısıyla Türkiye’de 20 yıldan beri oynanması istenen oyun da tekrar değişti. Artık güçlü bir Erdoğan tek başına yeterli değil. Dolayısıyla Türkiye’ye yeni bir siyaset gerekli. O nedenle AKP’nin önünde artık bir tek şey var: MHP’yi bırakacak. Tarikat, cemaat, siyasal İslamcılar ve DEM Parti seçmenine yönelecek.

– AYM başkanı seçildi, yeni başkanla birlikte tavırda da değişiklik olur mu?

Değişmez. Zaten iktidar partilerinin şu anda sayısal güçleri yetse AYM’yi kaldırırlar. Ya da daha da etkisizleştirirler. Çünkü zaten en azından 1961 Anayasasından beri tüm siyasal tartışmalara bir bakın, bir siyasal akımın tüm partilerinde AYM’ye karşı çok açık bir tavır vardır. Tamamen şu gerekçeyle; “Ben çoğunluğum, milletin iradesini bir tek ben temsil ederim, sen birkaç yargıç nasıl olur da, benim yaptığım yasaları iptal edebilirsin. Ben yanlış yaparsam beni bir tek halk cezalandırabilir. Nasıl mı? Bir daha seçmez.” Yıllardan beri söylenen bu savı, Sayın Cumhurbaşkanı, 2017 değişikliklerini savunurken, aynen bu şekilde ifade etmedi mi?

‘AYM 2017’DEN SONRA İŞLEVİNİ YİTİRDİ’

Oysa AYM bu ülkeye 1961 anayasasıyla getirildi ve çok önemliydi. Bağımsızdı. Siyaset, anayasanın, hukuk kurallarının üstünlüğüne bağlı duruma getiriliyordu. “Siyasal çoğunluğun var diye yanlış yasa yapmamalısın, yapamazsın” diyordu. 1982’de yetkileri sınırlandı 2017’den sonra işlevini tamamıyla yitirdi. Bir tek bireysel başvuru kaldı.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir